28 Kasım 2012 Çarşamba

Çanakkale Şiirleri

BİR YOLCUYA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin,
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

"NECMETTİN HALİL ONAN"

ÇANAKKALE

Övün ey Çanakkale, cihan durdukça övün!Ömründe göstermedin bin düşmana bir gün. Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün, Başına yüz milletin birden üştüğü yersin!

Sen savaşa girince mızrakla, okla, yayla. Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla. Sen topun donanmayla, tüfeğin bataryayla, Neferin ordularla boy ölçtüğü yersin!

Nice tüysüz yiğitler yılmadı cenk devinden, Koştu senin koynundan çıkar çıkmaz evinden. Sen onların açtığı bayrağın alevinden, Kaç bayrağın tutuşup yere düştüğü yersin!

Toprağından fazladır sende yatan adamlar, Irmağın kanla çağlar, yağmurun kanla damlar. O cenkten armağandır sana kızıl akşamlar, Sen silahın inançla son sövüştüğü yersin!

Bir destana benziyor senin bugünkü halin. Okurken duyuyorum sesini ihtilalin. Övün ey Çanakkale, ki sen Mustafa Kemal'in, Yüz milletle yüz yüze ilk görüştüğü yersin!

"Faruk Nafiz Çamlıbel"

ÇANAKKALE

Uzaklarda bir ada var,
Halkına derler İngiliz,
Hem medeni, hem canavar,
Fendinden emin değiliz.

Doğrulukta Rus Kazağı,
Onun yanında sofudur.
Topu tutar dört bucağı
Denizlerin Moskofu'dur.

Budur en gizli emeli:
Müslümanlar uyanmasın!
Uçtan uca İslam ili
Kendine arpalık kalsın..

Allah dedi: "Kabul olsun".
Ümmetimin bedduası,
Dağılsın ordusu Rus'un,
İngilizlerin donanması..

Türk dedi: "Demek yaradan
Kurtarmayı ister bizden;
Karaları Kızıl Rus'tan,
Denizleri İngiliz'den...

Türk köyünden kalktı geldi.
Hazırladı siperine...
Bu geliş ok gibi deldi,
İngiliz'in ciğerini.

Moskof dedi İngiliz'e:
"Çanakkale aşılmalı;
Kızıl, Kara, Akdeniz'e
Hakimiz, anlaşılmalı..."

İngiliz, Fransalı'yı,
Aldı beyaz kotrasına...
Tutmuşum sandı yalıyı,
Geldi Boğaz sefasına...

Beş Mart'ta iki donanma,
Kal'amıza saldırdılar...
Toplarımız coşkun suya,
Zırhlıları daldırdılar...

İngilizler korktu kaçtı,
Rus ümidi kesti artık;
Anarşistler bayrak açtı,
Rus ilinde düştü Çarlık...

Çok geçmeden birdenbire,
Parçalandı Rus ülkesi,
Sevinçle düştü tekbire,
Elli milyon Türk'ün sesi...

Ancak "Turan" hayal değil.
Hakikata döndü bugün...
Türk bilecek yalnız bir dil,
Bizim için bu düğün...

Çanakkale dört devlete,
Galebeye sen çevirdin!
Çar kölesi yüz millete,
İstiklali sen getirdin!

Senden ötürü bilsen daha,
Kurtulacak nice ülke...
Ne Afrika, ne Asya'da,
Kalmayacak müstemleke...

Çünki nasıl karalarda,
Artık yoksa Rus zorbası;
Gezemeyecek deryalarda,
İngiliz'in donanması...

"ZİYA GÖKALP"

MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI

Mayısın altıncı gecesi yaralandım,
sekiz yerimden.
Yaranın ikisi hala kapanmadı,
teper vakit vakit.

İngilizle karşı karşıyayız,
gayetle yakın,
bizim el bombası onun siperine gider
gelir onunki bizim sipere...
Hücuma kalktık.
Üç adım atmadan yıkıldım yere…
Kasıklarımın üstünü biçmiş
İngiliz’in makinelisi…
Geçti bir zaman.
Başımı kaldırıp baktım:
Gökte yıldızlar…
Bizimkiler çekilmiş geri,
Boyuna ateş eder İngiliz’in siperi.
Kurşunlar vızır vızır geçer
kafamın üzerinden...
Başladım sürünüp gerilemeye.
Toprağı ellerimle iterim,
alnım gavurdan taraf…
Bir yandan sürünürüm bizim sipere doğru,
“Hey Allahım,” derim bir yandan,
“arkamdan yara aldırma bana.”
O saat
başka şey gelmez insanın aklına…

Boyuna sürtünür bana şehitler,
doğrusu ben onlara dokunurum.
Kimisi sırtüstü yatar
açık ağzı kan içinde,
kimi yüzükoyun,
kimi diz çökmüş,
elinde mavzer
öylece donup kalmış…
“Hey Allahım,” derim kendi kendime,
“öldüreceksen beni böyle öldürseydin
elimde silah
diz çökmüş,
yüzüm gavura karşı...”

Neyse gayrı sabah oldu…
İyice açıldı ortalık.
Biz de siperin yanına vardık.
Bir mavzer uzattılar,
Yapıştım süngüsüne,
Beni çekip aldılar içeri...
Sonradan hesapladım;
üç saatta geçmişim
25 metrelik yeri…

Kaldım siperde bir zaman,
İki büklüm…
Yaralar başladı sızlamaya.
Öğleye doğru beni bir arkadaşın sırtına yüklediler,
Geldik fırka nahiyesine…
Çadırlar…
Kazıklar çakılı içinde çadırların,
samanla doldurulmuş kazıkların arası.
Samanların üzerinde boy boy yaralı yatar.
Ağlayan mı dersin,
küfreden mi dinine, imanına...
Makasla kestiler benim elbiseyi,
Bir kaput attılar üzerime…
Sargı bezi yok,
Yaralar açık,
Ama Allahtan
kan akmaz;
karışıp toprakla kurumuş…

Geçti bir zaman,
Dalmışım.
Koltuklarımdan tutulunca uyanıverdim.
Çadırdan dışarı çıkarıldık.
Vakit akşam
Gün kavuşmuş kavuşacak,
Dışarım serin, içerim sıcak...
Dizilmiş mekkâre arabaları sıra sıra,
Sıhhiyeler atar yaralıları arabalara,
Üst üste,
Boş buğday çuvalı atar gibi…
Bir tek arabada on, onbeş yaralı,
Bağıran mı dersin
belki o dakka ölen mi?

Neyse yola koyulduk,
Arıburnu’nun yolları taşlık,
Arabalar sarsılır.
Bastı karanlık,
Ben sırtüstü yatarım,
Altımda bir insan gövdesi kımıldanır,
Göğsümde bir çift bacak
ama bir tekinin yarısı yok.
Bayır aşağı ineriz.
Gökyüzü tekmil yıldız,
Bir de inceden inceye bir rüzgâr,
Yürür birbiri peşinden arabalar…

Kum iskelesi’ne vardık sabaha karşı.
Bir çadır orda,
Çadırın içinden seslenir biri
(dışarı çıkmadan):
“-Nerelisin?”
“-Filân yerli”
“-Babanın adı?”
“-Falan”
“-Senin adın?”
“-Filân”
Sıra bana geldi,
Dayanılır gibi değil acıya,
Sövdüm ana avrat arabacıya…
Alışmış herif,
“Söv kardeşim” der,
“kalayla bildiğin gibi”…

Kumların üzerine uzatıldık,
Deniz fışır fışır gidip gelir.
Gayrı iyice ışıdı ortalık.
Kumların üzerinde belki bin yaralı var
belki ziyade.
Bekledik ikindi, vaktine kadar.
Bir vapur geldi:
iki bacalı,
deniz renginde…
Küfrede bağıra çağıra
yüklediler bizi vapura…
Vapurun içi mahşer,
Vıcık vıcık kan,
islim,
yağ,
ter…
Beni ambara indirdiler.
Yola koyulmuşuz,
Yedi gün yedi gece…
Kurtlandı yaralarım,
Kaputu açarım,
kara kara başları
beyaz beyaz kurtlar...
Bakarım eğilip,
Hayvancıklar akıllı,
kaçarlar beni görünce,
tekrardan girerler yaraların içine…

Yedi gün yedi gece.
Öldürmeyince öldürmez Allah…
Türkün sağlamdır naturası,
dayanır…
Sirkeci’ye varmışız sekizinci sabah,
Kaptan demiri atmış,
Ve lâkin
“Bu yanda boş yer yok,” diye istememişler bizi…
Akşam ezanı çekmiş demiri kaptan.
Gelmişiz Haydarpaşa önlerine,
Tıbbiye Mektebi hastaneydi o zaman.
Onlar, “Olur,” demişler.
Bir tayfanın sırtında güverteye çıktım.
Biraz topaldı ama tayfa
demir gibi Laz uşağı…
Bismillah deyip baktım dört tarafa:
İstanbul yanar pırıl pırıl.
Ah canım İstanbul…

Neyse hastaneye girdik.
Duvarlar bembeyaz,
Elektrikler donanma gibi,
Malta taşları tertemiz
gıcır gıcır,
Tekerlekli araba hazır.
Beni üstüne yatırdılar,
Rahat.
Allah devlete millete zeval vermesin.
Devlete dua ettim o saat...”

"NAZIM HİKMET"

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

"Mehmet Akif ERSOY"

Çanakkale Şehitleri

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer.

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarap ne güneşler batıyor.

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.

"Mehmet Akif ERSOY"

Çanakkale’de Ölüm

Sen ölüm,
Evlerde pissin ama,
Dağlarda iğrençsin.

Sen ölüm,
Birinin adı silinir de,
Adın geçer ancak.

Sen ölüm,
Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da
Tutarsın, görürsün oralarda ancak.

Sen ölüm,
Ülkelerde kötüsün ya
Ülkelerarası daha çirkinsin.

Sen ölüm,
Sayrılıklardan sonra gelirsin peki,
Şu dev gibi, şu dipdiri gençlerle işin nedir?

"Fazıl Hüsnü Dağlarca"

ÇANAKKALE İÇİNDE

çanakkaler içinde vurdular beni
ölmeden mezara koydular beni
ooofff gençliğim eyvah...

çanakkele içinde aynalı çarşı
ana ben gidiyom düşmana karşı
ooofff gençliğim eyvah...

çanakkale içinde bir dolu testi
analar babalar umudu kesti
ooofff gençliğim eyvah...

çanakkale içinde bir uzun selvi
kimimiz nişanlı kimimiz evli
ooofff gençliğim eyvah...

Zafer Türküsü

Yaşamaz ölümü göze almayan,
Zafer, göz yummadan koşana gider.
Bayrağa kanının alı çalmayan,
Gözyaşı boşana boşana gider!

Kazanmak istersen sen de zaferi,
Gürleyen sesinle doldur gökleri,
Zafer dedikleri kahraman peri,
Susandan kaçar da coşana gider.

Bu yolda herkes bir, ey delikanlı,
Diriler şerefli, ölüler şanlı!
Yurt için dövüşen başı dumanlı,
Her zaman bu şandan, o şana gider.

"Faruk Nafiz ÇAMLIBEL"

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ, GEÇİLEMEZ!...

Sönmeyecek Türkiyemde ocaklar
Gönderinden inmeyecek sancaklar
Hatıranı bütün millet kucaklar
Hatıranı bütün millet kucaklar
Şehitlere kefen bezi biçilmez
Can verilen topraktan vazgeçilmez

Gazi diyor Çanakkale Geçilmez
Gazi diyor Çanakkale Geçilmez
Çanakkale Geçilmez
Çanakkale Geçilmez
Geçilmez Geçilemez

Millet yurtsuz bayrak öksüz olur mu
Ocak vatan göksüz olur mu
Bugün bizsiz yarın köksüz olur mu
Şehitlere kefen bezi biçilmez
Can verilen topraktan vazgeçilmez

Gazi diyor Çanakkale Geçilmez
Gazi diyor Çanakkale Geçilmez
Çanakkale Geçilmez
Çanakkale Geçilmez
Geçilmez Geçilemez...

Çanakkale Şiirleri ile ilgili aramalar; çanakkale şiirleri mehmet akif ersoy, en güzel çanakkale şiirleri , mehmet akif ersoy şiirleri , kısa çanakkale şiirleri , 18 mart çanakkale şiirleri , çanakkale şiirleri dinle , çanakkale zaferi şiirleri , çanakkale şiirleri 2 kıtalık

Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar

 
web ve teknoloji dünyasında olup bitenlerle ilgili kendi halinde bağımsız bir blog. Powered by Blogger